Kalbimde Bir Yara Bozcaada - Tolga Aydoğan | Kitap Yorumu

Yazar: Tolga Aydoğan
Kitap Adı: Kalbimde Bir Yara Bozcaada
Yayınevi: Minval Yayınları
Sayfa Sayısı: 224
Baskı Yılı: 2014
Kitaba Puanım: 5/5
Bir adamın kalbi konuşursa aşk olur; peki ya bir adanın kalbi konuşursa ne olur?

Hani sana geçmişte Ayazma'da otururken elime bir mızıka alıp neşeli şarkılar çalardım. Yine yapacağım Dafne'mı... Belki bu sefer geçmişteki gibi neşeli olmayacak, hüzünlü ve eksik melodilerle sesleneceğim karşı kıyıya... Pencereni açacaksın o gece, ay ışığı tozlarını dökmüş denize, denizse çarşaf gibi olacak, yakamozlar ışıldayacak... Sen benim melodilerimi duyup gözlerini kapatıp uykuya dalacaksın. Belki beni göreceksin düşlerinde...
(Tanıtım Bülteninden)



“Bir adamın kalbi konuşursa aşk olur; peki ya bir adanın kalbi konuşursa ne olur?”

Kitap kendini, tam olarak bu cümle ile ele veriyor aslında. Diyor ki okuyana; benim içim çok dolu, öyle anlatacaklarım var ki, senin yüreğin buna hazır mı?
Kitabı bitirip de gözlerinizden boncuk boncuk yaşar akarken bu soru zihninizde yankı buluyor. Düşünüp duruyorsunuz. Okuyup bitirdiğiniz bir hikaye ama gerçeklere değinip belki de yaşanan gerçek bir aşka tanıklık etmişsinizdir, ve böylesi yaşanmış hikayeler çok ki evvelden, inceden içi sızlıyor o zaman insanın.

Ben daha önce hiç gitmedim Bozcaada'ya ama ölmeden önce gidip görmeyi çok istediğim yerlerden biri. Yaşanmışlıklara şahitlik eden bu adayı ziyaret edip o havayı içime çekmeyi isterdim. Kitabı okurken, sanki ben de oradaymış gibi hissettim her satırında her sayfasında. Kapağı, beni içine çektiği dünyanın kapısı gibiydi kitapta. Öyle sıcak ve sevilesi ki. Beğendiğim noktalardan biri de kapaktı kitapta.

Kitap karakter ağzı ile buyur ediyor o dünyaya. Dede  ve torunun bakış açısı  eşliğinde yaşananlara biz de şahitlik ediyoruz. Rüzgar, ailesiyle birlikte Bozcaada'ya gidiyorlar. Okullar kapanıp tatil olunca dedesinin yanında geçirir tatilini. Bu sefer ki gidişi geçmiş ile günümüz paydasında saklı kalanları ortaya çıkaracağı farklı şeyler oluşur. Dedesi Mehmet, kendi halinde içine kapanık, yalnız bir adamdır gözünde. Oysa içinde yıllar yılı sakladığı bir sır vardır. Ve bu sırrın ne olduğunu Rüzgar tesadüfi şekilde öğrenir. Sonrasında her şeyi öğrenmek için işin peşine düşer.

Dedesini takip ettiği bir akşam, gördükleriyle daha da meraklanıyor. Dedesinin sakladığı sır, yıllar yılı içinde hiç azalmayan bir aşktır ve bu aşk dedesinde yıllara dayanan hasreti ve özlemiyle birlikte gözyaşlarını akıtmasına sebeptir.

Rüzgar çok farklı bir çocuk. Günümüz çocukları gibi çok zeki. Bir şeyi bir kere duymasıyla anlıyor ve çözüm buluyor. Dedesinin yıllar yılı içinde büyüttüğü aşka hayran, çektiği acıyla da üzgün. Onun mutlu olması için her şeyi yapacak kadar da sevgi dolu.

"Sen haklıydın dedi bana, sevginin ne dili olur ne dini"

Tarih ders çıkarılması gereken birçok olaylarla dolu ve hiçbir zaman kolay kolay unutulacak türde de değildir yaşananlar gerçekler. Birçok kişi için ortak fikirdir ‘yüz karası’ olan, 6-7 Eylül olayları. O zamanları düşününce içim burkuluyor benim. Bu dünya sevmek, mutlu olmak için değil midir diye ne kadar sorgularsam da cevabı hep meçhul. Neden hep gözyaşı ve mutsuzluk var diye sonrası isyanlar sarar içimi de dışımı da... İstanbul’da patlak verip başlayan kabus Bozcaada'ya da sıçrayan olayları konu edinmiş kitap. Tanımı yapılsa huzur denilecek yaşadıkları adayı, olaylardan sonra Rumlara dar eden kalbi kötülük dolu kişiler yüzünden mutsuzluk kol geziyor bir süre. Doğup büyüdükleri, huzur içinde yaşadıkları adayı; çocukluk arkadaşları, kapı komşuları, dert ortakları Türkleri ve yaşadıkları ülke, Türkiye'yi çok sevmelerine karşı sırf kalbi kötülük dolu bu insanların baskılarından, can güvenlikleri için adadan ayrılmak zorunda kalıyor Rumlar. Evlerini, dükkanlarını, yaşanmışlıkları geride bırakıyor, yarım yamalak kalıyor aşkları da... İşte böyle kırık bir hikaye "Kalbimde Bir Yara Bozcaada".

Öyle kırıldı ki içimde bir yerler, öyle sarstı ki. Uzun bir süre hafizamdan silinmeyecek eminim. Aklıma her gelişinde içim çiz ederken gözlerim dolacak. En çok da birbirlerini bu kadar çok severken, ayrılmak zorunda kalan Dafne ile Mehmet gelecek, o mektuplar, birbirlerine dedikleri. Böylesi sevmek..
Din, dil, ırk o kadar mı önemli diye gelip sızıyor aklıma. İnsan olmak yetmiyor mu diye soruyorum. 

Uzun lafın kısası, okuyun bu hikâyeyi, sizde içinizde yaşayın şu duyguları. Aşkı hissedin, ömrünün sonuna gelmiş yalnız bir adamın dinmeyen hasretine şahitlik edin. Hissedin o satırlarda ki çaresizliği, hissedin dinmek bilmeyen özlemi. Sevmesi bu kadar kolayken, yaşaması zor olanı sizde okuyun.
Gözüm kapalı önereceğim bir kitap.

0 comments:

Yorum Gönder